2 Temmuz 2012 Pazartesi

Bunaltı


DÜN SİLİVRİ’DEYDİM



Her Silivri dönüşünde yazmak istediğim, bir bakıma,“yazmak yeniden yaşamak” olduğundan yüreğim dayanmadığı için yazamadığım, yazıp da bilgisayarımda saklı tuttuğum, pek çok dünü yaşadım ama bu kez orada yaşananları yazmaya, kendime saklamadan duyurmaya kararlıyım. Benimle duruşmayı izleyenlerden,”Her duruşmada yaşanan tuhaflıklardan, dünün ne farkı vardı ki?” diyenleri duyar gibiyim. Haklılar belki ama ben hiçbir duruşmada bu kadar çok güldüğümü, bu kadar çok sağa sola bakarak gazeteci arkadaşlara hayretle, yüksek sesle denebilecek biçimde şaşkınlığımı belirttiğimi anımsamıyorum.

29 Haziran 2012  günü duruşma salonundaydım..Hiçbir gazetede yazmayan bir  gazeteci olarak, kendime verdiğim görev tarihe tanıklık etmek olduğundan, pek çok kez girmiştim o salona, Ergenekon ve Balyoz adlı, absurd (saçma tuhaf) duruşmaları izlemek için. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek çirkinlikte, hukuk dışı olarak, cezaevine konuşlandırılmış olan bu duruşma salonu, dün bana, gün içinde ansızın beliren geceyi yaşattı. Gördüklerim ürkütücüydü. Sanıklarla izleyicileri birbirinden ayıran, ön sırada oturan izleyicilerin neredeyse adım atamayacağı yakınlıkta, çok kaba ve çirkin, kalın, yuvarlak, parlak gri metalden, yüksek denebilecek parmaklıklardan oluşan bir koridor yapılmıştı. Koridorun iki ucunda Jandarmalar nöbet tutuyorlardı. Kim bilir, belki de sanıklar ya da yakınları, birbirlerine kazara sevgi, özlem refleksiyle ellerini uzatırlarsa, kıyamet kopabilirdi. İlk baştaki düzenlemede, duruşma salonun seyircilere ayrılan kısmını üçe bölerek oluşturulmuş bulunan girişlere, yeni yapılan bu garabet koridor engelinden sonra, dışarıdan gelen tutuksuz sanıkların, avukatların, gazetecilerin geçebilmeleri için  yine parmaklıklardan oluşan birer kapı yapılmıştı. Sanıklar, savunmanlarından, gazetecilerden bu kalın parmaklıklarla uzaklaştırılmıştı. Duruşma aralarında bağırarak birbirlerine seslenmek dışında, kimse kimseyle konuşamıyordu. Hiç de hak etmedikleri bir yerde yıllardır tutulan, tanıdığım tanımadığım pek çok kişinin garip bir yargı çuvalına birlikte atılarak sözde yargılandıkları bu yüz karası mekanda, izleyicilerden A.C’nin düş gücü, bir anda tüm engelleri yıkıverdi. Parmaklıklara abanarak bu gereksiz koridordan sıçrar gibi hamle yapıp duran  Mustafa Balbay, ona sevgiyle seslenenlere, aslında kendisine verilmesi gereken dayanma gücünü, ona pek yaraşan paylaşımla dağıtmaya çalışıyordu ki A.C’ nin yaratıcı sesi salonda çınladı “Ne o Balbay, bacaklarının üzerinde yaylanıp, Afyon Ovası’na atlamayı mı düşünüyorsun?...” Oysa aynı hareketleri A.C de yapıyordu. Sevgi ve özlem dolu bağırtılar arasındaki karmaşada, bu garabet koşullarda, beden dilinden başka, nasıl iletişim kurulabilirdi ki?

Sanırım bugünkü hareketliliğin bir nedeni de verilen öğle  arasından önceki duruşmanın yarattığı traji komik durumdu. O sabah, İtirafçı Ulaş Özer, Mahkeme Heyetine ifade veriyordu. Sorgulanan itirafçıya sorulan sorulardan, konunun, Susurluk davasıyla ilgili olduğunu güçlükle anlayabildim. İtirafçı, silahların kendi evinde bulunmasının nedenlerini açıklarken, suçladığı kişilerle ilgili inandırıcılıktan yoksun söylemlerde bulunuyordu. Konuşmaları öyle tuhaftı ki bir ara bizlere, silahların evinde olduğunu,  kendisinin ihbar etmiş olabileceğini bile düşündürdü. Herkesi şaşkınlığa uğratıyor, saçmalıklarıyla güldürüyordu. Oynanan, bir durum komedisiydi. Ne yazık ki hiç kimse, yüksek sesle gülemiyordu.. Sayın Atilla Sertel’in, özet betimlemesiyle İtirafçı, Bilmediği bir adamı, bilmediği bir yerde, bilmediği birinden görev alarak, bilmediği bir silahla öldürmekle görevlendirilmişti. Bildiği tek şey, tutuksuz sanıklardan polis memuru Yusuf Etem Akbulut’un, bilmediği kişiyi öldürmek için görevlendirilmiş olan kendisine, şoförlük yaptığıydı. Ona göre, göreve birlikte gitmişler ama görevi yerine getiremeden dönmüşlerdi.O gün, bir resmi görevden yorgun argın evine döndüğünü belirten, polis memuru Yusuf, gece yarısı, bilmediği bir adamı öldürmek için görevlendirilmiş olan TİKkO davası ve PKK sanıklarından olan, ceza evinden bu görevlendirme nedeniyle çıkartıldığını söyleyen, itirafçı Ulaş Özer tarafından uyandırılıp, bu garip göreve sorgusuz sualsiz gittiği suçlamasıyla karşı karşıyaydı. Bu suçu  kabul etmiyordu. Böyle bir göreve gitmediğini kanıtlamak için, İtirafçı Özere sorduğu sorular, hakim tarafından, sık sık,“yorum yapma, sorunu sor!” diye kesiliyordu. Bana göre, polis memuru Akbulut, duruşma hakimin “yorum yapma!” emrini ustaca yerine getirmede oldukça başarılıydı. Sorabildiği  pek çok soruya itirafçı Ulaş Özer, konuyla ilgisi olmayan yanıtlar veriyordu. Örneğin, polis memuru Akbulut’un, yorumsuz sorabilmek için oluşturduğu soru şöyleydi:“Görevi yerine getirmeden döndüğünüzde, size görev verenler, niçin görevi yerine getirmediniz, diye sorduklarında, ne cevap verdiniz?” Bu soruyu; İtirafçı Ulaş Özer, Mahkeme heyetine karşı, şöyle yanıtlıyordu: ”Efendim, ben bu soruyu bir görevle yanıtlamak istiyorum. Bir gün kırsaldaki bir habercimizden, kendi evine baskın düzenleneceğini öğrendik. O eve baskın yapanları etkisiz kılmak için görev aldım. Eve gittim. Baskın yapan üç kişiyi öldürdüm. Haberciyle birlikte öldürdüğüm kişileri ormana götürüp gömdüm. Hakim bey, ben bu sorulara muhatap olmak istemiyorum. Eğer benim bir faili meçhulüm varsa cezaya razıyım. Hayatta hiç faili meçhulüm. Olmadı!

Böyle sürüp giden davada dün, sanık sandalyelerinde, Orgeneral Hurşit Tolon,  Apo’yu sorgulayan kıdemli Albay Atilla Uğur, ve pek çok subay asker; gazeteci ve öğretim üyeleri, Mehmet Perinçek, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay daha adını buraya yazamadığım yüreği yurt ve insan sevgisiyle dolu kişiler,. Haa! Bir de verilen arada yanımda duran gazeteci öğretim üyesi büyüğü,Cüneyt Akalın’a ,sesini duyurmaya çalışan Deniz yıldırım; vardı.”Ales puanım çok iyi puanımın henüz geçerliliği var. Doktora yapmak istiyorum. Ah şuradan bir çıkabilsem kendim araştırabilirim ya! Bana doktora programlarını bildirebilir misiniz ağabey?“

Feride Esen Bilgin

1 yorum:

kuazimodo dedi ki...

Yasana sürec acı, tutuklu ögrenciler gazeteciler hocalar, Suriye'nin insan haklarına gözümüzü dikerken; terör ulusal güvenlik söylemiyle yüzlerce insanı icerde tutuyoruz.
Silivri'deki gelismeleri ancak senden takip ediyorum annecim. Eline emeğine sağlık...