12 Şubat 2011 Cumartesi

UTANMAK

UTANMAK


01 Şubat günü, Çemberlitaş’taki Basın Müzesinde 32 yıl önce öldürülen gazeteci Abdi İpekçi’nin anma gününde, kızı sevgili Nükhet İpekçi, “babasını öldüren tetikçi M.Ali Ağca’nın TRT ekranına çıkarılmasından çok bu cinayetle ilgili hiçbir soru sorulmadan konuşturulmasının nedenini, anlamakta güçlük çektiğinden” söz etti. Panel bittiğinde acı içindeydim. TRT’den yakın zamanda emekli olmuş biri olarak kaygı dolu bir sorumluluk duygusuyla, bu saygısız ve ilkesiz yayıncılık için, Sayın İpekçi’den özür dileme gereği duydum. Bu benim utançla dilediğim ikinci özürdü.


Birincisi ise 14 ocak günü yayınlanan program demeye bile dilimin varmadığı, etik dışı saldırı belgesi içindi. 18 ocak 2011 günü saat 11’de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Taksim Hill Otel’de düzenlediği “Basın Toplantısına” çağrılı basın mensubu ve üyesi olarak katılmıştım. Prof Dr. Aysel Çelikel, ile derneğin üyesi ve avukatı Hüseyin Karataş, derneğin terör suçu ile ilişkilendirilmeye çalışılmasının talihsizlik olduğunu belirtterek, TRT’nin de henüz sürmekte olan, sorgulanması bile yapılmamış iddianame üzerinden davayı yönlendirici, ÇYDD’yi karalayıcı yalanlarla dolu bir program yaptığından sözetti.


TRT Haberde, 14. Ocak Cuma günü saat 20:30’da yayınlanan, bana göre iletişim fakültelerinde düzmece yayıncılığa örnek olarak okutulması gereken Büyük Takip adlı bu programı duyarlı bir arkadaşımın haberdar etmesiyle utançla izlemeye çalışmış, derneğin yetkli kişilerine ulaşmak adına girişimde bulunmuştum. İşte, 18 Ocak günü daha çok bu nedenle basın toplantısındaydım. Çünkü ‘yuvam’ dediğim kurumumun içine düşürüldüğü durumdan utanıyor, hiç de sorumlu olmadığım bu dönemin yanlışlıklarından kaygı duyuyordum.


1989 yılında, tüm Türkiye’ye İstanbul Radyosundan, Ankara Radyosu ile bağlantılı olarak, canlı yayınlanan programda, kuruluşunu duyurduğum Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, hiçbir kurmacanın, yalan dolu, tiksindirici sözde tanıklıkların yok edemiyeceği güçte bir kuruluştur. Bugün onu karalamaya çalışanlar, Milli Eğitim İl Müdürlüğünün, ÇYDD ile ortak, “Eğitim Projesi” girişimi başlatmasının, kurdukları komployu etkisiz kıldığını görmelidirler. Bu çelişkili tutum bile “güneşin balçıkla sıvanmayacağı” gerçeğini gözler önüne sermektedir.


ÇYDD, devletin MİT vb. kuruluşlarınca “Ergenekon adlı bir terör örgütüne rastlanmadığını” belirten raporlarına, bu belgelerin mahkeme tutanaklarına geçmiş olmasına karşın, varlığı kanıtlanmamış, yalan bir örgüte üyelikle suçlanıyor. Pek çok üyesi hakkında takipsizlik kararı alınmış ÇYDD yönetim kadrolarından üç saygın üye, daha önceki suçlamalardan arınmış, yurtdışı yasağı bile olmadan tahliye edilmişlerken, yeniden, aklarla karaların bir araya getirildiği, gerçekten ucube bir kurgunun içine atılmaya çalışılıyor. Bu amaçla TRT kullanılıyor. Sahte tanıklarla iddianame üzerinden düzeysizlik sergileniyor. Çünkü artık TRT gerçek proramcılarına iş yaptırmıyor, niteliği kendinden menkul birtakım kötü niyetli yandaş yayın kuruluşlarına büyük paralar vererek program yaptırıyor. Neyi, niçin takip ettiği belli olan Büyük Takip’te(!) Birbirinden tümüyle ayrı iki dernek olan ÇYDD ve ÇEV birbirine bağlıymış gibi ele alınıyor. Ancak kara çalan zihniyette en az ÇYDD kadar saygın bir kuruluş olan ÇEV’in de suçu “düşünen, sorgulayan insan yetiştirmek” olması. Çünkü kara çalıcılar, kurguladıkları örgüte hep bu nitelikteki insanları katıyorlar. Amaçları çağ dışılığı etkin kılmak…


İşte bu nedenle geçen dönemde ÇYDD yönetimindeki Prof.Dr.Türkân Saylan, Prof.Dr.Ayşe Yüksel, Prof.Dr.Filiz Meriçli, Avukat Nur Gerçel; Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) başkanı TRT’nin ilkeli bir okul olduğu dönemlerde yöneticilik yapmış, Gülseven Güven Yaşer, kurduğu ünüversiteyle ve organ nakilleriyle dünya çapında ün yapmış Prof.Dr.Mehmet Haberal, yine Atatürkçü, çağdaş eğitimiyle isim yapmış bir üniversitenin kurucusu Bedrettin Dalan, kendini eğitime adamış saygın rektörler, toplumu aydınlatma amacına gönül vermiş çağdaş gazetecilerin simgesi Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve suçları iktidarın rüşvet ve yolsuzluklarını belgelemek olan diğer tutuklu gazeteciler.


Karşı devrim yandaşları, bu değerli kişileri getirmek istedikleri gerici düzene engel gördükleri için karalıyorlar. Bunun için bilge kişiliğiyle gazetecilik anıtı olan İlhan Selçuk’u kendi gazetesini bombalatmakla suçlayıp, ölümüne sebep oluyorlar. Yetmiyor TRT’de hazırlanan sözde belgesellerle Cumhuriyet Gazetesine “darbe destekcisi” sıfatı yüklemeye çalışıyorlar. Öfkeleri öylesine güçlü ki ölmüş kişilere yalanlarla saldırmayı amaçları için mubah (dince sakıncasız) görüyorlar.


Saygın bir eğitimciye olan kinleri bitmiyor. Türkan Saylan’la anıtlaşan, öğrencisi Ayşe Yüksel’le özdeşleşen Lepra Hastanesini bile, hastaların çaresizliğini düşünmeksizin kapatma girişiminde bulunuyorlar. Cumhuriyetin devrimci niteliğinden öylesine korkuyorlar ki gelişimini durdurdukları, yapımını engelledikleri anıtlara Talibanca saldırıyorlar. Sizce, bütün bu çağ dışı yönelişlerin ardında Afgan Kralına Çırağan Sarayındaki toplantıda verilen “İstanbul’da Taliban bürosu açma” sözü olmasın(!). Ne dersiniz?, Fransız oyun yazarı Eugene Ionesco’nun gergedanlaşan toplumu gibi Talibanlaşacak mıyız? Buna izin verecek miyiz ?


Feride Esen Bilgin

Hiç yorum yok: