11 Aralık 2013 Çarşamba


Silivri'den Sincan'a, Sincan'dan Özgürlüğe, 

Sincan'a gittiği günlerde Sevgili Balbay'a açık mektup yazmıştım. Kendisi,  okumadan önce yayınlamayacaktım.Tutsaklığt nedeniyle elden iletmeye çalışmıştım.  Dilerim okumuştur.
Aradan uzun zaman geçti ama o mektubu yayınlamak istedim.
Mustafa Balbay, 9 Aralık akşamı ailesine.ve sevdiklerine kavuştu.
Ne mutlu ki,  şimdi özgür... 
Milletvekili yeminini etti.
Duyduğu sorumlulukla zoru başarcağına, ardında kalanlar için çabalayacağına tüm sevenleri gibi ben de inanıyorum. Bu inanç,  tutsaklığının son bulduğu ilk andan başlayarak, söylediği sözlerden,  sergilediği  kararlı tutumla pekişen güçlü, güven yüklü kişiliğinden kaynağını alıyor...
Soğuk Sincan akşamını, heyecan dolu "Özgürlüğe Merhaba!" seslenişi ile ısıtan yürek, özgürlüğe susamış tüm tutsakların bu sevinci yaşamaları için emek verecektir. Onunla çoğalmak, gücüne  güç katmak, anlamlı olacak....
Bir an önce biriken kiri, pası yok etmek gerek...


Mustafa Balbay’a Açık Mektup

Sevgili Mustafa Balbay,

Silivri‘deki duruşmalarda ilk günden beri basına ayrılan kısımda yaşananları sessizce ama isyanını içine gömerek izleyen, TRT’den emekli Feride Bilgin’i anımsamanız çok güç. Avukatlar aracılığı ile kitaplarınızı imzalatmış olmam, sizin için yazdığım ve okuyabilmeniz için ulaştırmayı başarabildiğim yazılardaki imzam, belleğinizde bir yansıma yapmış mıdır bilmiyorum? Aslında beni anımsamanızdan çok, sizinle ilgili düşüncelerimi biliyor olmanız benim için önemli. Bir dergide yayınlanan yazımda “Bruno’dan Balbay’a“ demiştim. suçsuzlığun simgesi olduğunuzu yansıtabilmek için…
Ne yazık ki, iktidar’ın, emperyal amaçlı ülkelerin eşbaşkanlığı adına sürdürdüğü Ergenokon benzeri pek çok davanın, başladığı günlerden beri yürekler acı içinde. Abartılı bulmayacağnıza inanarak Antik Çağ söylencelerine konu olmuş, karanlık güçlerin şiddet anlayışının simgesi, insanlığa ateşi sunmuş olan kahraman Prometeus’un, sürekli akbabaların yediği yüreğinin, yendikçe yenilenen ciğerinin acısına benzer bir acıyla ciğerim yanıyor. İnanın bu yalnız benim için değil, aydınlığa gönül veren herkes için böyle…
İnsanlar, uydurulmuş, yalan, düzmece bir oyun içinde ülkemin aydınlarına, ordusuna yönelik tuzağın kıskacında kıvranıyor. Geçtiğimiz Pazar ve Pazartesi günkü, gazetemiz Cumhuriyet’te çıkan o çok değerli iki yazı ise bana edilgin olmanın suçluluğunu yükledi. Çünkü, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olan, bunun Anayasa Mahkemesi kararı ile, hükme bağlandığı bir yönetimin Danıştay davasını kendini aklamak için kullanabileceğini düşünmüş ama yüksek sesle dile getirmemiştim. Ne var ki bunu, sizler hüküm giyer giymez, Başbakan‘ın dile getirmesi beni acı acı güldürmüştü. Bu da yazılarında sık sık “Keşke haklı çıkmasaydım“ diyen, saygı ve özlemle andığım İlhan Seçuk‘u düşündürmüştü… Sizin de anlamlandırdığınız gibi suskunluk vicdanları tutsak eden bir hükümlülük. Ne diyordunuz Pazar günkü yazınızda? „Ergenekon davasının başı, Tuncay Güney, sonu Osman Yıldırım, hedefi AKP’yi aklamak!“ Peki bu parti aklanabilir mi? Kendi kurguladıkları, kendilerinin hükümlendirdikleri, bizzat Tuncay Güney’in, yazınızda da değindiğiniz “Ergenekon bir projeydi“ sözleriyle tanımlanan bu davanın, inandırıcılığı başlangıçta dahil olmak üzere aradan geçen zaman içinde hiç var mıydı ? İleri sürülen delil demeye dilimin varmadığı yakıştırmaların savunmanlarca, bir bir çürütülmelerine karşın dikkate almayan Mahkeme Heyeti’ni “Ergenekon, projesi görevlisi“ niteliğine büründürmüyor mu? Böyle bir Heyet‘in kararı hepimizin vicdanında yok hükmünde değil midir? Ayrıca AKP‘nin on yıllık uygulamalarına bakıldığında, bu odaklık durumunun katlanarak doruğa vardığı gözle görünür bir olgu. Yalnızca 4+4+4 formülüyle adlandırdıkları eğitim faciası bile bu laiklik karşıtı odaklığın kanıtıdır. Gencecik, aydınlık yüzlü çocuklar, İstanbul‘da meydanlarda, “Okulumuz İmam Hatip olmasın!“ diyerek ellerindeki dilekçelere imza toplamaya çalışmaktadırlar. Eğitim göreceği okulu seçme özgürlüğü ellerinden alınmış bu çocuklar için, onların anne babaları için, bilinen partinin odak olma niteliğini hangi mahkeme bozup, aklayabilir ki?
Ne acı değil mi Sevgili Balbay? Bu sorularımın yanıtı Türk adaletinin iç kanatıcı durumunda saklı!...İşte bunun için artık haykırmak istedim,yalnızca, kendi köşemde mırıldanmak size özel mektup yazmak yerine.
Aslında size, içimin acıdığından söz ettiğim için üzgünüm çünkü sizin içerde bile verdiğiniz özgürlük savaşımınız bize de direnme gücü veriyor. Buna bir de Haziran’dan beri Ülkemiz gençliğinin umudu çağırdığı Gezi eylemleri eklenince başarının mutlaka gerçekleşeceği inancı sarıyor içimi.
Şimdi Ankara’dasınız. Sincan bir tutuk evi ve siz ve sizin gibiler, oraya yakışmıyorsunuz. Ne var ki, Sevdiklerinize yarım saatte kavuşabildiğinizi söylediğiniz bir yerde olmanız en az sizler kadar bizi de sevindiriyor,
Yazınızda „Sincan‘ı taştan oyarlar içine âdem koyarlar demişsiniz“ ya İzninizle gelecek güzel günlerde gerçekleşmesi dileği ile ben onu içine “BADEM“ koyarlar olarak değiştirebilir miyim?

Uzun yıllar yaşadığım, çalıştığım Ankara’nın aydınlık yüreklerine kucak dolusu sevgiler..

03 Eylül 2013
Feride Esen Bilgin

Hiç yorum yok: