Bebeğin Gözleri
Sevgili Solmaz Akar'a...
Geçirdiğim ameliyat sonunda yeniden yürümeye
başladığımda, yürüyüşümü Penguene benzeten sevdiklerimin bu dönemi daha
dayanılır kılan şakalarından esinlenerek, Penguen adlı bir yazı yazmıştım. O
günlerde penguenlerin sansürcü basına araç olacağını hiç düşünmemiştim., Üstelik,
belgeselciliğin ne denli emek isteyen, zevkli bir iş olduğunu bilen birisi
olarak bana, o güzelim yapıtın, çok önemli bir haberi perdeleme amaçlı
kullanılması.etik dışı ve çok acı geldi. Daha da acısı yayıncılığa öğretmenlik
yapmış bir kurumun, TRT’nin içine düşürüldüğü durumdu.
Ne çok olay yaşandı bir türlü yazamadığım şu son
aylarda canım memleketimde. Geçici de olsa gün doğumunu, denizi, martıları,
kuşları ağaçları doya doya yudumladığım evimin konumuyla zıtlık oluşturan,
ülkemin içinde bulunduğu acı tablo, pek çok kişiyi olduğu gibi, beni de sanki hücrede
yaşatıyordu..
En son Amerikan Büyükelçiliği önünde patlayan
bombayla tek gözünü yitiren Didem adlı, hiç tanımadığım genç meslektaşım için
kaygılanmıştım. Bu olayla, tıkıldığım
hücrem, Beni Silivri’ye ulaştırıvermişti..Beş yıldır yaşadığı gerçek hücreye,
ender de olsa yansıyan ışığı çoğaltabilen, doğa tutkunu Mustafa Balbay’ın
yanında konuşlanıvermiştim..Sonra birden bu düşsel göç Silivri’ye kapatılmış tüm değerler için umut
olacağını düşündüğüm 18 şubat
beklentisini yaratmıştı. Bu beklenti, hücrelerde çoğalan ışıkların
aydınlığıyla yeni bir umut doğurmuş, “Hücre” adlı yazım,şu sözlerle sonlanmıştı: Çünkü, umut yeniden doğuşun
habercisi… Öyle de oldu. Gerçi o gün, Silivri’de yaşananlar, iktidar baskısının,
zulmün tavan yaptığı, gaz maskeli polislerin, robokopların, halkın önünde boy
gösterdiği, atılan biber gazlarının
duruşma salonundakileri bile etkilediği kabus anlarıydı ama sanki artık,
iktidarın kara yüzü her yerden görünmeye başlamıştı
Şubattan,
Mayıs sonuna dek geçen zaman baharın canlanışına inat, insanların içindeki
bunalımı karabasana dönüştürüyordu. İktidar, gemlenemez hırsların
aceleciliğiyle, özel yaşamlardan, dokunulamaz sanılan değerlere dek, her alana
el atarak koşar adım yürüyordu.İleri demokrasi, dış ülkelerle sıfır sorun
maskelerinin örtemediği sırıtkan savaş çığırtkanlığı, patlayan bombalar, yitip giden canlar, açılım karmaşasıyla yüklü bölücü
söylemler tüm Anadolu’yu İstanbul’a indirgeyen gözü dönmüş rant bezirganlığı, Cumhuriyet’ten
intikam almaya yönelik cehalet yüklü saplantılar, doğaya, yaşam alanlarına
yönelen saldırılar, Gezi parkında tutulan nöbet çadırlarına yönelen hunharlığa
varınca, yakılan çadırların alevinden sıçrayan kıvılcım küçük bilgi ırmağını gençliğin
yüreğinden taşırıverdi Hollandalı yazar, Hedrik Wiİlem Van Loon’un İnsanlığın
Kurtuluş Öyküsündeki gibi, cehalete karşı duruş başlamıştı. Gençlik korkuyu
yenmişti. Cehaletin, “Çocuklarınıza sahip Çıkın!” söylemlerine annelerin yanıtı onlarla birlikte direnmek
oldu. Pırıltılı zeka birlikteliği çağırarak çoğalıyordu, dönen, duran, düşünen
adamlarla. Ta ki kitap okuyan insanların üzerine yapılan korkunç saldırı anına değin.
Günlerdir alanlara sürülen polislerin, kime ne için saldırdıklarını, eğer belli
bir şartlanmışlık içinde değillerse düşünmediklerini sanıyorum. Attıkları plastik
mermilerle, belki de yaşdaşları olan gencecik kızların, delikanlıların kafalarını
dağıttıklarının, gözlerini kör ettiklerinin bilincinde olmadıklarını düşünmek
istiyorum eğer adına ekmek parası denen kulluk bedellerine tutsak değillerse… Tek korktuğum, almış olmalarından kaygı duyduğum, kulluk eğitimiyle, algılama yetilerinin dumura uğramış olması.
Görmekte zorlanmak can sıkıcı. Peki ya hiç görememek,
gözünün ya birini ya da ikisini birden yitirmek? Yaşamının geri kalanını böyle
sürdürmek zorunda kalmak. Bu, ileri yaşta birisi için belki biraz daha
dayanılır ama ya genç gözlerin yitip gidişine ne demeli? Üstelik tüm bunların,
gördüğünü sanan kin dolu bakışlarla, iktidar hırsının baskıcı yöntemleriyle,”Vurun!
Kırın! Kaldırın! Saldırın! Boşaltın! Yok edin! Söylemleriyle başarılması(!) Ne
büyük başarı değil mi?
Faşizmin gözü dönmüşlüğüne uygun olarak yitirilen
güzler, çöken kafataslarının travmasıyla yaşamla ölüm arasında bekleyen ve
sonrasında da yok olup giden genç bedenler… Oysa, gözümdeki retina rahatsızlığını
önlemek, için gittiğim hastanede, onlarca erken doğmuş bebeğin gözleri görebilsin
diye uğraşan doktorların çabaları nasıl da umut yüklemişti yüreğime. Yüklemişti
yüklemesine ama sorunun çözülüşüne tanık olmak, olumsuzlukların nedenlerini ortadan
kaldırmak gerektiği düşüncesini gidermiyor. Belki bunun için çirkini yok ederek
daha güzele erişmek istiyor insan…. Doktorlara göre, çevre kirliliği erken
doğumun bu kadar artmasının en büyük etkenlerinden biri.Bu saptama, ister
istemez geleceğe yönelik kaygıları arttırıyor.Doğay a,çevreye sahip çıkmayı
daha da anlamı kılıyor.Bu sahiplenmede ameliyathane kapısında bekleyen bebek
annelerinin kaygılı bakışlarındaki yüce yakarışı görmek gerek..Bu dualarda
bilimin mi, yoksa inancın mı gizli olduğunu çözmeye çalışmak sorgulama
alışkanlığımın sonucu olsa
gerek..Ameliyathanede gözlenebilen tek amaç ise, hemşiresiyle, öğrencisiyle, öğretmeniyle sağlık
emekçilerinin kafasında yalnızca o minicik gözleri Dünya’ya açabilme isteği ….Yarım
günde 200’ün üstünde minik gözün, göz kapaklarını elleriyle açarak, göz bebeklerine
iğne yapabilen genç profesör, hemcinsimin, başarı isteğinin yarattığı güven
yüklü yetkinlik karşısında duyduğum kıvanç ise tanımlanamaz güçte. Ülkemin köklü
üniversitesinde bu denli büyük sağlık başarılarına imza atılmasından mutluluk
duymamak olası mı? Peki ya madalyonun diğer yüzü? O doktorların, sağlıkta
dönüşüm denilen saçma sapan uygulamalarla öğrencilerini eğitmekten uzak tutulmalarına
ne demeli? Hastalarına müşteri muamelesi yapılmasına neden olan, eğitmenliğin
onurunu zedeleyen, kişileri birbirine düşürebilecek olan, performans sistemine
karşı çıktıkları için eğitim
yuvalarından ayrılmak zorunda bırakılan, üretkenliğin doruğundaki genç
beyinler...
Ben
yine göz doktoruma daha iyi görebilmek için iğne yaptırmaya gideceğim. doktorum
gene minicik gözlere iğne yapacak Dünyayı görebilmeleri için . Sonra da 5
Ağustosta Silivri’deki son duruşmada olacağım Kim bilir belki de gidemem O gün
torunum Umut bebek gözlerini açıverirse Dünyaya …
Biricik
torunum doğduktan sonra da her bebeğin
gözleri güzelim dünyaya açılabilsin diye emek vermeyi sürdüreceğim, orantısız zekaların sahibi aydınlık bakışlı
gençlerle birlikte, kinin,oburluğun cehaletin kapıkulluğundaki, beyni
yıkanmışlara karşı…