9 Temmuz 2013 Salı

                       

Bebeğin Gözleri                                      

Sevgili Solmaz Akar'a...                                     
 
Geçirdiğim ameliyat sonunda yeniden yürümeye başladığımda, yürüyüşümü Penguene benzeten sevdiklerimin bu dönemi daha dayanılır kılan şakalarından esinlenerek, Penguen adlı bir yazı yazmıştım. O günlerde penguenlerin sansürcü basına araç olacağını hiç düşünmemiştim., Üstelik, belgeselciliğin ne denli emek isteyen, zevkli bir iş olduğunu bilen birisi olarak bana, o güzelim yapıtın, çok önemli bir haberi perdeleme amaçlı kullanılması.etik dışı ve çok acı geldi. Daha da acısı yayıncılığa öğretmenlik yapmış bir kurumun, TRT’nin içine düşürüldüğü durumdu.
Ne çok olay yaşandı bir türlü yazamadığım şu son aylarda canım memleketimde. Geçici de olsa gün doğumunu, denizi, martıları, kuşları ağaçları doya doya yudumladığım evimin konumuyla zıtlık oluşturan, ülkemin içinde bulunduğu acı tablo, pek çok kişiyi olduğu gibi, beni de sanki hücrede yaşatıyordu..
 
En son Amerikan Büyükelçiliği önünde patlayan bombayla tek gözünü yitiren Didem adlı, hiç tanımadığım genç meslektaşım için kaygılanmıştım.  Bu olayla, tıkıldığım hücrem, Beni Silivri’ye ulaştırıvermişti..Beş yıldır yaşadığı gerçek hücreye, ender de olsa yansıyan ışığı çoğaltabilen, doğa tutkunu Mustafa Balbay’ın yanında konuşlanıvermiştim..Sonra birden bu düşsel göç  Silivri’ye kapatılmış tüm değerler için umut olacağını düşündüğüm 18 şubat  beklentisini yaratmıştı. Bu beklenti, hücrelerde çoğalan ışıkların aydınlığıyla yeni bir umut doğurmuş, “Hücre” adlı yazım,şu sözlerle sonlanmıştı: Çünkü, umut yeniden doğuşun habercisi… Öyle de oldu. Gerçi o gün, Silivri’de yaşananlar, iktidar baskısının, zulmün tavan yaptığı, gaz maskeli polislerin, robokopların, halkın önünde boy gösterdiği,  atılan biber gazlarının duruşma salonundakileri bile etkilediği kabus anlarıydı ama sanki artık, iktidarın kara yüzü her yerden görünmeye başlamıştı
Şubattan, Mayıs sonuna dek geçen zaman baharın canlanışına inat, insanların içindeki bunalımı karabasana dönüştürüyordu. İktidar, gemlenemez hırsların aceleciliğiyle, özel yaşamlardan, dokunulamaz sanılan değerlere dek, her alana el atarak koşar adım yürüyordu.İleri demokrasi, dış ülkelerle sıfır sorun maskelerinin örtemediği sırıtkan savaş çığırtkanlığı, patlayan bombalar, yitip  giden canlar, açılım karmaşasıyla yüklü bölücü söylemler tüm Anadolu’yu İstanbul’a indirgeyen gözü dönmüş rant bezirganlığı, Cumhuriyet’ten intikam almaya yönelik cehalet yüklü saplantılar, doğaya, yaşam alanlarına yönelen saldırılar, Gezi parkında tutulan nöbet çadırlarına yönelen hunharlığa varınca, yakılan çadırların alevinden sıçrayan  kıvılcım küçük bilgi ırmağını gençliğin yüreğinden taşırıverdi Hollandalı yazar, Hedrik Wiİlem Van Loon’un İnsanlığın Kurtuluş Öyküsündeki gibi, cehalete karşı duruş başlamıştı. Gençlik korkuyu yenmişti. Cehaletin, “Çocuklarınıza sahip Çıkın!” söylemlerine  annelerin yanıtı onlarla birlikte direnmek oldu. Pırıltılı zeka birlikteliği çağırarak çoğalıyordu, dönen, duran, düşünen adamlarla. Ta ki kitap okuyan insanların üzerine yapılan korkunç saldırı anına değin.
Günlerdir alanlara sürülen polislerin, kime ne için saldırdıklarını, eğer belli bir şartlanmışlık içinde değillerse düşünmediklerini sanıyorum. Attıkları plastik mermilerle, belki de yaşdaşları olan gencecik kızların, delikanlıların kafalarını dağıttıklarının, gözlerini kör ettiklerinin bilincinde olmadıklarını düşünmek istiyorum eğer adına ekmek parası denen kulluk bedellerine tutsak değillerse… Tek korktuğum, almış olmalarından kaygı duyduğum, kulluk eğitimiyle, algılama yetilerinin dumura uğramış olması.
Görmekte zorlanmak can sıkıcı. Peki ya hiç görememek, gözünün ya birini ya da ikisini birden yitirmek? Yaşamının geri kalanını böyle sürdürmek zorunda kalmak. Bu, ileri yaşta birisi için belki biraz daha dayanılır ama ya genç gözlerin yitip gidişine ne demeli? Üstelik tüm bunların, gördüğünü sanan kin dolu bakışlarla, iktidar hırsının baskıcı yöntemleriyle,”Vurun! Kırın! Kaldırın! Saldırın! Boşaltın! Yok edin! Söylemleriyle başarılması(!) Ne büyük başarı değil mi?
Faşizmin gözü dönmüşlüğüne uygun olarak yitirilen güzler, çöken kafataslarının travmasıyla yaşamla ölüm arasında bekleyen ve sonrasında da yok olup giden genç bedenler… Oysa, gözümdeki retina rahatsızlığını önlemek, için gittiğim hastanede, onlarca erken doğmuş bebeğin gözleri görebilsin diye uğraşan doktorların çabaları nasıl da umut yüklemişti yüreğime. Yüklemişti yüklemesine ama sorunun çözülüşüne tanık olmak, olumsuzlukların nedenlerini ortadan kaldırmak gerektiği düşüncesini gidermiyor. Belki bunun için çirkini yok ederek daha güzele erişmek istiyor insan…. Doktorlara göre, çevre kirliliği erken doğumun bu kadar artmasının en büyük etkenlerinden biri.Bu saptama, ister istemez geleceğe yönelik kaygıları arttırıyor.Doğay a,çevreye sahip çıkmayı daha da anlamı kılıyor.Bu sahiplenmede ameliyathane kapısında bekleyen bebek annelerinin kaygılı bakışlarındaki yüce yakarışı görmek gerek..Bu dualarda bilimin mi, yoksa inancın mı gizli olduğunu çözmeye çalışmak sorgulama alışkanlığımın sonucu  olsa gerek..Ameliyathanede gözlenebilen tek amaç  ise, hemşiresiyle, öğrencisiyle, öğretmeniyle sağlık emekçilerinin kafasında yalnızca o minicik gözleri Dünya’ya açabilme isteği ….Yarım günde 200’ün üstünde minik gözün, göz kapaklarını elleriyle açarak, göz bebeklerine iğne yapabilen genç profesör, hemcinsimin, başarı isteğinin yarattığı güven yüklü yetkinlik karşısında duyduğum kıvanç ise tanımlanamaz güçte. Ülkemin köklü üniversitesinde bu denli büyük sağlık başarılarına imza atılmasından mutluluk duymamak olası mı?  Peki ya madalyonun diğer yüzü? O doktorların, sağlıkta dönüşüm denilen saçma sapan uygulamalarla öğrencilerini eğitmekten uzak tutulmalarına ne demeli? Hastalarına müşteri muamelesi yapılmasına neden olan, eğitmenliğin onurunu zedeleyen, kişileri birbirine düşürebilecek olan, performans sistemine karşı çıktıkları için eğitim  yuvalarından ayrılmak zorunda bırakılan, üretkenliğin doruğundaki genç beyinler...
Ben yine göz doktoruma daha iyi görebilmek için iğne yaptırmaya gideceğim. doktorum gene minicik gözlere iğne yapacak Dünyayı görebilmeleri için . Sonra da 5 Ağustosta Silivri’deki son duruşmada olacağım Kim bilir belki de gidemem O gün torunum Umut bebek gözlerini açıverirse Dünyaya …
Biricik torunum doğduktan sonra  da her bebeğin gözleri  güzelim dünyaya açılabilsin diye emek vermeyi sürdüreceğim,  orantısız zekaların sahibi aydınlık bakışlı gençlerle birlikte, kinin,oburluğun cehaletin kapıkulluğundaki, beyni yıkanmışlara karşı…